22 Ağustos 2012 Çarşamba

Altı taksitte “şehit” acısı...-Mehdi Atay

Kürt halkı ulusal varoluş mücadelesi sürecinde ağır bedeller ödeyerek ciddi bir siyasallaşma sürecinden geçti. Türk nüfusunun yoğunluklu olduğu illerle kıyaslandığında-ki buna koca koca metropoller de dahil- Kürdistan şehirleri ilçeleri ve köyleriyle çok ciddi bir siyasal duyarlılık merkezleri olarak öne çıktı.

Varoluş mücadelesine paralel gelişen demokrasi ve özgürlük talebinin bedeli, ağır tavır almalarla olgunlaştı Kürdistan'da. Binlerce Kürt köyü boşaltıldı. Milyonlarca Kürt sürgün edildi. İnsanlık onurunun ayaklar altına alındığı asgari yaşam koşullarının dahi bulunmadığı zeminlerde büyük şehirlerin etrafında yaşamaya mahkum edildiler. Topraklarından koptular ama özgürlük taleplerini demokrasi mücadelelerine ekleyerek batı şehirlerini de gettolardan başlayarak adeta kuşattılar.

Devlet eli ile Kürt halkı başta olmak üzere tüm ötekilere reva görülen bu zulüm karşısında üç maymunları oynayan magazin figürleri, iktidara yaranma ve onun yanında görünme refleksi ile sadece asker ölümlerinde seslerini çıkararak, “buradayız görevimizi yerine getirdik” mesajı vermenin dışında sessiz kalmayı tercih ettiler. Bir tek gün barışın inşası için en ufak bir çaba içerisinde olmadılar. Böylelikle devletin inkarcı politikalarının yanında yer alıp mevcut konumlarını korumakla yetindiler. Timsah gözyaşlarını asker mezarlarına akıttılar. Bu kaos ortamından kişisel “şan” ve servet ürettiler.

Mücadele eden örgütlü Kürt muhalefeti savaşın ağır bedelini öderken savaşın en “uzağındaki” bir grup savaşı fırsata, pazara dönüştürmekten hiçbir zaman imtina etmedi.

Antep'te yaşanan bombalı saldırı ardından bir kez daha savaşı besleyen timsah gözyaşları “sel” oldu. Türk basını bu medya figürlerinin Antep'te yaşanan patlama ardından yaptığı değerlendirmelere, “sağduyu” “ortak acıyı paylaşma” hamaseti başlığı altında sayfalarında yer verdi. Bunlardan özellikle biri bu “sağduyunun” “samimiyetini” göstermesi bakımında dikkat çekici. 

Şarkıcı Gülben Ergen, Antep'te yaşanan bombalı saldırının ardından 21 Ağustos tarihinde twitterde, ”Şarkı yok! Gülmek yok! Bayram yok! 24 Ağustos Kuruçeşme Arena konserimi iptal ettim” diye duyurdu.

İlk bakışta ciddi bir “fedakarlık” yapılmış, ölümlerden duyulan acının dışa vurumu olarak bir konser iptal edilmiş gibi görünüyor. Büyük bir maddi kazanç elinin tersiyle itilmiş havası yaratılıyor.

Oysa bu mesajdan iki gün önce 19 Ağustos günü magazin basınına yansıyan haberler Ergen'in “acıdan iptal ettiğini” söylediği konserin biletlerinin satılmadığını yazıyor. Magazin sitesi Gecce'de, “Gülben Ergen hüsrana uğradı” başlığı ile yer alan habere göre konser biletleri satılmayınca, “Hemen bir pazarlama stratejisi geliştiren Gülben Ergen ve ekibi, çareyi internetteki fırsat sitelerinde buldu. Ergen, indirim sitelerinden konser biletlerini satışa sunmaya başladı.”

Haberin detaylarına bakacak olursanız, 66 lira olan bilet fiyatlarını satış olmayınca önce 33 liraya indiriyor Ergen. Biletler 33 liradan da satılmayınca bu kez konser biletlerini altı taksitte satışa çıkarıyor. “Yetkililerden edindiğimiz bilgilere göre ise bu 'damping'e rağmen; Gülben Ergen'in 24 Ağustos'ta Kuruçeşme Arena'daki konserine ilgi az...” diyor haber.

Ergen bu detayların hiçbiri yokmuş gibi davranıp, “şehitler için” konserini “iptal” ettiğini duyuruyor.

Ergen, “Çocuklar gülsün diye...” kampanyası ile de okul öncesi eğitim adı altında resmi asimilasyon aygıtına da katkı sunmakta. Ana dil eğitimi tartışmalarını yoğunlaştığı bir dönemde kampanya başlatan Ergen, okul çağına gelmeden çocuklara Türkçe öğretilmesinin önünü açan bir projenin de yürütücü yüzü olmayı “görev” bilmişti. Bir “sanatçının” kişisel çabası ile resmi ideolojinin bu denli örtüşmesi sıradan bir tesadüf olmasa gerek.

Başından bu yana Kürt sorunu konusunda Ankara egemenliğinin inkar ve imha politikaları karşısında sessiz kalarak bu politikaları destekleyenler AKP iktidarı döneminde de bu tavırlarını sürdürüyor. PKK gerillalarının kimyasal silahlarla katledilmesi, sivil Kürt köylülerinin savaş uçaklarıyla vurulması karşısında vicdanları kuruyan bu insanların, “şehitleri” karşısında insani bir duygusallık göstermeleri de beklenemez. Yine de halkların acılarını istismar ederek kişisel fayda elde edenlerin yarın yaşanacak daha büyük acılarda payı olduğunu, olacağını da unutmamaları gerekir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder