29 Aralık 2012 Cumartesi

İlham Ehmed: Konsey 2012'nin en önemli gelişmesiydi


QAMİŞLO- Batı Kürdistan’daki Yüksek Kürt Konseyi Üyesi İlham Ehmed'e göre Kürtler açısından 2012 yılının en önemli gelişmesi konseyin kurulmasıydı. 2012'de yaşanan gelişmeleri ANF'ye değerlendiren Ehmed "Her ne kadar bazı yerlerde şiddetli çatışmalar olsa da 2012 bizim için kazanım yılıydı. Konseyimizin kurulması Kürt tarihi açısında da tarihi bir adımdı" dedi.


Sadece 2012 açısında değil, aynı zamanda Kürtlerin genel tarihi açısından da bakıldığında Yüksek Kürt Konseyi'nin kurulmasının tarihi bir adım olduğunda herkesin hemfikir olacağını belirten Ehmed "Biz Suriye devriminin başladığı ilk günden bu yana bütün fırsatları iyi değerlendirdiğimiz rahatlılıkla söyleyebiliriz" diye konuştu.
2012 yılında Batı Kürdistan halkına yönelik yapılan saldırılara da dikkat çeken İlham Ehmed şu hususları dile getirdi:
"Şiddet olaylarına rağmen halkımızın zamanında gerekli tedbirleri aldığını ve stratejik adımları attığını düşünüyorum. Halkımız hiç bir tarafta yer almamış, meşru haklarını kendisi mücadele ederek elde etmeyi bilmiştir. Biz kendi rengimizle Suriye devrimine katıldık. Çünkü unutmayalım ki Kürt halkının direnişi Suriye'nin geleceğini belirleyecektir."
'KONSEYDEKİ BİRLİĞİMİZİ DAHA DA GÜÇLENDİRDİK'
Yüksek Kürt Konseyi'nin kurulmasını bu tarihi süreçte tarihi bir adım olduğunu ifade eden Ehmed, Kürtlerin birliğinin hayati bir öneme sahip olduğunu söyledi. Son toplantılarında konseyin birleşenleri arasındaki farklı çalışma tarzından kaynaklanan sorunları masaya yatırdıklarını ve anlaşmasızlıkları giderdiklerini aktaran Ehmed devamla şöyle konuştu:
"Son toplantılarla konseydeki birliğimizi daha da güçlendirdik. Bu şekilde artık Kürt halkının temsilcisi olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak birlik olursak başta Türk devleti olmak üzere diğer güçlerin oyunlarını bozabiliriz. Bu oyun ve planların Kürt halkının kazanımlarına karşı olduğunu unutmamalıyız."
Roboski katliamının birinci yıldönümüne de dikkat çeken Yüksek Kürt Konseyi Üyesi İlham Ehmed, katliamı kınayarak, "Bu şüphesiz halkımıza karşı gerçekleştirilmiş ilk katliam değil. Bundan sonra mücadelemizi yükselterek yeni katliamları engelleyebiliriz" dedi. Ehmed, geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren Diyarbakır bağımsız milletvekili ve KADEP Genel Başkanı Şerafettin Elçi için de ailesi ve Kürt halkına başsağlığı diledi. İlham Ehmed son olarak "Umut ediyorum 2013 tüm halkımız için özgürlük yılı olur" şeklinde konuştu.

2012’de AKP emek mücadelesini sindirmek için her yolu denedi


İBRAHİM AÇIKYER/ ANKARA - Özellikle "KCK operasyonları"nın damgasını vurduğu 2012 yılındaki emek mücadelesinde tutuklanarak 8 ay cezaevinde kalan KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, emek alanının bir yılını değerlendirdi. Çalağan, KESK'li kadınların tutuklanmasının asıl nedeninin sendikal faaliyetlerin ötesinde cinsiyet özgürlüğü ve demokratikleşme mücalelerini yürütmeleri sonucunda hükümeti zorlamaları olduğunu belirtti. AKP'nin 2012 yılı boyunca emek alanında verilen mücadeleyi yasadışılaştırma ve tekçilikle sindirmeye çalıştığına dikkat çeken Çalağan, "AKP, KESK'in sendikal, barış, demokratikleşme mücadelesini etkisiz kılmak için yasalarla sokakları bize kapatmaya çalışıyor. Tutuklama ve gözaltılarda yıldırmaya çalışıyor. 1990'lardan bu yana gözdağı vermek, etkisizleştirmek, güçsüzleştirmek amaçlı uygulamalara bu yıl da maruz kaldık. Ancak cezaevinde bulunan 68 arkadaşımızı da alarak mücadelemizi sürdüreceğiz" dedi.

Türkiye’de emek ve çalışma alanındaki olumsuzluklar 2012 yılında da hızından bir şey kaybetmeksizin sürdü. Emek alanında 2012’nin temel gündemi ise şüphesiz 13 Şubat’ta KESK’e yönelik “KCK operasyonu” sonrasında yoğunlukla genel merkez yöneticilerinin ağırlıkta olduğu 15 KESK’li kadın sendikacının gözaltına alınması oldu. 16 Şubat’ta 9 kadın sendikacı tutuklanark, haklarında "Örgüt üyesi olmak" iddiasıyla dava açıldı. KESK'li kadınların Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılamaları devam ediyor.

Davanın 4 Ekim’de görülen ilk duruşmasında KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, Eğitim Sen 1 Nolu Şube Üyesi Hatice Beydilli, SES Ankara Şube Üyesi Nurşat Yeşil, KESK eski yöneticisi Belkıs Yurtsever, Eğitim Sen 1 Nolu Şube Üyesi Evrim Oğraş, SES Ankara Şube Yöneticisi Hülya Mendilligil, tahliye edilmişti. Tutukluluk halleri devam eden SES Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun, Tüm Bel-Sen Basın Yayın Sekreteri Güler Elveren ve Eğitim Sen Ankara 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri Güldane Erdoğan da 13 Aralık’taki ikinci duruşmada özgürlüklerine kavuştu.

8 ay tutsak edilen KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, KESK, kadın mücadelesi, emek alanındaki gelişmeler ve AKP’nin bir yıl boyunca emek cephesinde temel haklar ve demokrasi mücadelesi yürütücülerine yönelik baskı, tutuklama ve sindirme politikalarını değerlendirdi. Türkiye’de emek alanına ilişkin son 20 yıldır gelişen neoliberal politikaların bir sonucu olarak emeğin yeni haklar elde etmesinin ötesinden emekçilerin ödedi bedellerle alınmış haklarına yönelik de ciddi saldırıların olduğu bir dönemi yaşadıklarını vurguladı.

TEKÇİLİĞİN HEDEFLENDİĞİ BİR DÖNEMİ YAŞIYORUZ

KESK’in kurulduğu ilk dönemlerdeki vahşi kapitalist döneme benzer bir dönemi yaşadıklarını söyleyen Çalağan, “Türkiye’de de neoliberal politikalar, biraz tekçi, biraz muhafazakar, otoriter milliyetçi, mevcut hükümet de görünür olan politikalarla harmanlanarak emek alanına dönük çok yoğun saldırılarla karşı karşıyayız. Ülkede yaratılmak istenen her şeyin tek olduğu, düzende hiçbir muhalefete tahammül olmamasının hedeflenmesidir. KESK olarak biz de yürüttüğümüz mücadele esnasında kurulduğumuz günden bu yana hükümetlere karşı emekten yana tutum almış konfederasyon olarak aramızda mesafe olmuştur. Bu dönemki kadar yoğun tahammülsüzlüğün görüldüğü dönemler ise nadirdir” dedi.

AKP MÜCADELEMİZİ YASADIŞI İLAN ETMEYE ÇALIŞIYOR

1990’larda bile yoğun sürgünler, faili meçhuller, binlerce dava dosyalarının, sendikalarının kapılarına kilitler vurulması, alanlarda karşı karşıya verdikleri mücadelelerin AKP’nin on yıllık iktidarlık döneminde versiyonunun değiştiğine dikkat çeken Çalağan, AKP döneminde yürüttükleri mücadelenin yasadışı ilan edilmeye çalışılarak aylara varan tutuklamalarla, mücadeleden alıkoyma, emekçilere ve topluma alt yapısında gözdağı verme mantığıyla 2009’dan bu yana çok yoğun saldırı altında olunduğunu söyledi. “Bunun şununla bağlantılı olduğunu düşünüyorum; KESK’in tüzüğünde de var. Emek mücadelesi demokrasi mücadelesinden ayrı düşünülemez. İkisi birbiriyle alakalı” diyen Çalağan demokrasi mücadelesi denildiğinde temel gündemlerden birinin de Kürt sorunu olduğunu ifade etti.

KESK BARIŞ DEDİĞİ İÇİN HEDEFTE

KESK’in içerde ve dışarıda her türlü savaşa karşı olduğunu belirten Çalağan, “Kürt sorununun barışçıl yollarla çözümünden yana olduğumuzu söylüyoruz. Bu biçimiyle yıllardır söylediğimiz bizi biz yapan ilkelerimiz olmasına rağmen hükümet nezdinde sendikalara, özellikle Kürt emekçilere yönelik ya da savaşa karşı barış diyen, Kürt sorununda güvenlik-şiddet değil, diyalogu öneren, aktif sendika mücadelesi yürüten arkadaşlarımıza yönelik operasyon furyası var. Genel merkezlerimizin, şubelerimizin, aktivistlerimizin hani belli dönemlerle cezaevlerinde mücadeleden ayrı konulduğu dönemi yaşıyoruz. Son 3 yılda olduğu gibi bir yandan mücadeleyi yürütürken, bir yandan adliye önlerinde mücadele ettiğimiz bir yıl oldu 2012’de” diye konuştu.

KADINLARIN MÜCADELESİ HÜKÜMETİ ZORLUYOR

“Eğitim Sen’in son üç dönem kadın sekreterleri, ben, benden önceki KESK kadın sekreteri, bağlı sendikaların yöneticilerinin tamamı 13 Aralık itibariyle serbest kaldı” diyen Çalağan, şunları söyledi: “Kadınlara yoğun operasyonların yapılmasının KESK’in kadın mücadelesinin önemli bir bileşeni olmasıyla da alakalı olduğunu düşünüyorum. KESK her yerde örgütlü. Yürüttüğümüz mücadele yaygın olarak hükümeti zora sokuyor. Bu kadar cinsiyetçi söylemlerin öne çıktığı, bu kadar kadına yönelik şiddetin arttığı bir dönemde kadınların yürüttüğü mücadeleye tahammülsüzlüğün göstergesidir bu tutuklama ve gözaltı furyası. Yani biz 90’lardan bu yana benzer uygulamalarla karşı karşıya kaldık. Bununla gözdağı vermek, etkisizleştirmek, güçsüzleştirmekti niyet. Ama hedeflendiği gibi olmadı. Ne kadın ne emek ne de barış mücadelesi sona ermedi. Arkadaşlarımız eksikleri tamamlıyor. Biz de 9 aylık aradan sonra haklı ve meşru mücadelemize kaldığımız yerden devam ediyoruz.”

ASIL ÖNEMSEDİĞİMİZ HALKIN VİCDANINDAN TEMİZ ÇIKMAK

90’lardaki sürgünler, faili meçhullerin bu ülkenin tarihine kara bir leke olarak geçtiğini belirten Çalağan, 2009’dan bu yana emekçilerin yaşadıkları da böyle kara bir leke olarak Türkiye tarihine geçeceğini söyledi. Çalağan, kendilerinin halkın vicdanında yargılanmayı önemsediğini ifade ederek, “Oradan temiz çıkmayı önemsiyoruz. Yoksa bu tutuklamaların, cezaların çok da etkisi olduğunu düşünmüyoruz. Tarihsel süreçte nerede durduğumuz, sürecin geçeceğini, buna yetecek güce ve dayanışmayı oluşturduğumuzu düşünüyorum. Birçok farklı kesimden Türkiye’nin aynası KESK. Birçok cinsiyete, cinsel yönelimi, etnik kimliği, inanç farkı olanların bir araya gelerek oluşturduğu bir kimlik. Dolayısıyla emeğin hakları mücadelesinde en önemli aktörlerden bir tanesi kamu alanında. Bundan ötürüdür ki, diğer konfederasyonlara göre KESK’in gördüğü baskının yoğun oluşu. Bu yıl zorlu bir mücadele yılı oldu. Bundan sonrasına da varız” dedi.

AKP’NİN PİYASALAŞTIRMA AMACINA KARŞI MÜCADELEMİZ SÜRÜYOR

Sendikalara ilişkin son düzenlemenin daha geri bir statüde olduğunu belirten Çalağan, “Yasalarla sınırlı bir örgüt olmadığımızı, emeğin fiili mücadelesini yürüttüğümüzü ifade ediyorduk. Evrensel haklarımızı bin yıllara varan geriye dönük emek mücadelesinin kazanımları anlamında tuttuğumuz yerin gerisine çekmeyeceğiz. Ancak 4688 sayılı kanun evrensel sendikal haklarla örtüşmeyen toplu sözleşme, grev hakkını zımni olarak elimizden alan bir düzenleme. Buna karşı bu yıl da yürüttüğümüz mücadelemiz devam ediyor. Bunun dışında konfederasyon düzeyinde iş güvencemize yönelik tehdit söz konusu. Hükümet, bu konuda pazarlıklar yürütmek niyetinde. Kamu emekçilerinin tabi oldukları 657’ye ilişkin eleştirilerimiz de var. Bir sosyal ve iş güvencesi tanımı vardır. Hükümetin buna ilişkin piyasalaşma, kamu alanlarını piyasaya açma, oradaki istihdamı performansa göre konumlandırma niyeti var. Bu alanlarda iş güvencesini ortadan kaldırmak istiyor. Bunun grev nedeni olduğunu, sonuna kadar direneceğimiz bir mücadele olduğunu açıkladık” ifadelerinde bulundu.

İŞ GÜVENCEMİZ TARTIŞMA KONUSU OLAMAZ

AKP’nin kamu alanındaki piyasalaştırma ve performansa dayalı bir iş ortamı yaratma hedefinin sadece sağlık alanında değil tüm alanlarda etkin kılmaya çalıştığını dile getiren Çalağan, “Hızla kamuda özelden hizmet satın alımı boyutu, taşeronlaştırma, güvencesiz çalıştırma yaygınlaştırılma başlandı. Performansa göre çalıştırma. Ürettiğiniz hizmetin hem de çalışma koşullarınızı yakından ilgilendiren düzenleme. Şimdi adım adım getirilen bu süreç, iş güvencesini tartışmaya kadar götürülüyor. Başından beri her türlü esnek, güvencesiz çalışma ile performansa dayalı ücretlendirmeye karşı mücadelemiz sürüyor. İş güvencesini tartışma konusu yapılamayacağını ifade ettik. Bu konudaki duruşumuz halen nettir. İş güvencemiz bizim açımızdan tartışma konusu değildir” diye belirtti.

2911 İLE MÜCADELE ALANLARI KAPATILMAK İSTENİYOR

KESK başta olmak üzere emek alanında sendikal mücadele yürütenlerin önüne konulan bir diğer engelin ise 2911sayılı yasa olduğunu vurgulayan Çalağan, “Bir sendikanın en temel görevi üyeleri için mücadele etme, barışçıl şiddet içermeyen alan mücadeleleri yürütmektir. Bizim bugün yaptığımız en küçük basın açıklamaları bile tamamen keyfi bir biçimde 2911’e muhalefet olarak değerlendiriliyor. Yüzlerce üyemize bundan ötürü davalar açıldı. 2009 yılının 8 Martı’nda sendika eylemine katıldıkları için iki arkadaşımız bu yüzden tutuklu. Hükümet bu yolla bize alanları kapatmak istiyor. Sokakta verdiğimiz mücadeleyi kapatmak istiyoruz. Bizim temel sloganımız vardır; hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır. Sokak bizim temel mücadele alanlarımızdan biri. Terk etmek niyetinde değiliz. Bu yasayla bizi durdurmak anlamsız. Biz bu suçu her gün çok daha etkili yaparak bu yasayı işlevsiz kılmak hedefini önümüze koyduk. Temel engellerden biri de budur KESK’in önüne çıkartılmak istenen” dedi.

TİS SÜRECİNDE HERŞEY ÖNCEDEN BELİRLENİYOR

Bu yıla da KESK’in taleplerinin damgasını vurduğu TİS süreçlerine de değinen Çalağan, şu hususlara dikkat çekti: “Ciddi bir yoksulluk, açlık sınırı altında yaşıyor emekçiler. Emeğimizin karşılığını alamadığımız gibi, her gün kesilen doğrudan ve dolaylı vergilerle hükümet göstermelik yaptığı sadaka zamlarıyla yılın ikinci yarısında vergi dilimleriyle geri alıyor. Dolayısıyla emekçilerin açlık ve yoksulluk sorunu devam ediyor. Bu sözleşmeler bizim açımızdan önemli. Toplu sözleşme ve grev hakkı. Bir sendikayı var eden budur. Bu mücadelemiz fiili olarak sürüyor. Her koşulda her şeye karşı değiliz. Hükümet bir yerde bizim için işveren konumunda. Ve biz işverenle karşı karşıya geldiğimizde toplu pazarlık masasında aynı koşullarda olduğumuzu söylüyoruz. Adı toplu sözleşme, kendi toplu görüşmedir. Her şey önceden belirleniyor. Sınırlı bir söz hakkınız var. Uzlaşıya girme şansımız yok. Temsil ettiğimiz bir emek tabanı var. O tabanın haklarını bu şekilde koruma şansımız yok. Toplu sözleşme gerçek anlamda kurulduğunda KESK kendi yerini alacaktır. Bugün yapılan mevcut yasayla toplu sözleşme değil, toplu görüşmeden de geri bir durumu içeriyor.”

SAVAŞA YAPILAN YATIRIM BİZİM EMEĞİMİZDEN FİNANSE EDİLİYOR

Yürüttükleri mücadelenin bu yıl ki bir başka boyutunun ise açlık ve yoksulluğa karşı da verildiğini ifade eden Çalağan, “Bu anlamda yürütülen savaş bizi çok ciddi etkiliyor. Emekçiler olarak kadınlar olarak etkiliyor. Bütçe açıklandı. Verilere baktığımızda en önemli gider kaynaklarını savaş harcamaları oluşturuyor. Biz açlık ve yoksulluk sınırında yaşarken bu ülkede savaşa yapılan yatırım ciddi biçimde bizim ürettiğimiz emekten finanse ediliyor. Ülkede sürekli savaşa yönelik güvenlik konseptiyle yürütülen süreç, şiddet olarak bize geri dönüyor” dedi.

EKONOMİK KAZANIMLAR DEMOKRASİ MÜCADELESİNDEN BAĞIMSIZ DEĞİL

Çalağan, gerek topluma gerekse de kadına yönelik bu şiddettin ciddi manada etkilerinin olduğunu bir kez daha vurgulayarak, “Militarizmin gündemde olduğu ülkelerde böyle. Kadınların uğradığı şiddet artıyor. Bizim özelde kadınlar olarak hem kadın, hem emek alanında uğradığımız şiddet, temel mücadele perspektiflerimiz kapsamında 2012 yılını belirleyen sorunlar. Bunlar artarak devam ediyor. Yeni yeni kulvarlar olarak önümüzde duruyor. Bütünlüklü bir ortak mücadelenin ancak diğer parçalarda hak kazanmak olarak da düşünüyoruz. Yani herhangi bir ekonomik kazanımınız demokrasi mücadelesinden asla bağımsız değil. Kadınların emek mücadelesinde görünür olması, emek alanından bağımsız değil. Bütünlüklü götürülürse kazanımlar mümkün olacak. KESK sadece ekonomik boyutuyla mücadele yürütmediği gibi bundan sonra da bu perspektifle yürütecek” ifadelerinde bulundu.

11'İ KADIN 68 KESK ÜYESİ HALEN TUTUKLU

Türkiye’nin farklı cezaevlerinde 11’i kadın 68 KESK üyesinin tutuklu olduğunu dile getiren Çalağan, “Bazılarının yıllardır tutuklu yargılanmaları sürüyor. Birçok arkadaşımız anadilde savunma yapma hakkı nedeniyle tutuklu yargılanmaya devam ediyor. Arkadaşlarımızı tek tek konfederasyon olarak sahiplenmeye devam edeceğiz. KESK’li kadın arkadaşlarımız KESK, kadın örgütleri, ulusal ve uluslararası örgütlerin dayanışması ile aramıza döndüler. Mücadelemize devam ediyoruz. Peyder pey cezaevlerindeki arkadaşlarımızı geri alarak, emek, demokrasi ve cinsiyet özgürlüğü mücadelemizi büyüterek sürdüreceğiz” dedi.

Türkiye’de her dört kişiden biri icralık


ANKARA - Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de her dört kişiden birinin icralık olduğu bildirildi. İcralık olan kişilerin sayısı AKP iktidarı süresince ikiye katlandı.
Meclise sunulan bir soru önergesini yanıtlayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Türkiye genelinde açılan icra dosyalarının sayılarına ilişkin verileri açıkladı.
Türkiye’de mahkeme kararıyla başlatılan icra takibi sayısı, AKP’nin iktidara geldiği 2002’de 611 bin 335 olarak hesaplanırken 10 yılda ikiye katlanarak 1 milyon 275 bin 810’a çıktı. Mahkeme kararı olmaksızın başlatılan icra takibi sayısı da 8 milyondan 17 milyona çıktı.
Özellikle 2008’in ardından icra takibi sayıları da rekor oranda arttı. 2009’da mahkeme kararıyla yapılan icra takibi sayısı 999 bin 812’ye çıkarak 1 milyona dayanırken ilamsız icra takibi sayısı da 14 milyon 901 bin 174 oldu.
2010’da mahkeme kararıyla 1 milyon 158 bin 910 icra takibi yapılırken ilamsız olarak 17 milyon 137 bin 272 icra takibi yapıldı. 2011’de toplam icra takibi sayısı 18 milyon 633 bin 606 oldu.

Roboski'nin direnişi Erdoğan’ı yargılayacak!


HAMİDE AKBAYIR */ KÖLN- 28 Aralık 2012'de tarihi bir direniş sergilendi Roboski’de. Acılar, direnişler, hak arama, sistemi sorgulama bir anda yaşandı. Bu görkemli direniş Erdoğan’ın yargı önüne çıkaracak nitelikteydi. Kürt halkı ve dostları 34 canın bir yıl önce bombalanarak katledildikleri Roboski’deydi. Dün Roboski'ye gidenler onların savunucuları olacaklarını, suçluların, en başta da Erdoğan’ın yargılanacağı günün geleceği sözünü verdiler.
Yıl 2011, 28.Aralık. Şırnak’ın Qilaban ilçesi Roboski köyünü büyük bir yas yaşadı. Türk Savaş uçaklarının gerçekleştirdiği bombardımanda 34 genç insan paramparça edilmişlerdi. Roboski köylüleri kan ağlarken, ne Türkiye yetkililerinden, ne de diğer siyasetçilerden bir ses çıkmamıştı. Katledilen insanların yakınları acıları ile baş başa bırakılmış, olay örtbas edilmek istenmişti. Medyaya susması emri verilmiş, AKP hükümeti ölenlerin "terörist grup" olduğu yalanını yaymıştı.
Bu yalana medyayı da yanına alarak kamuoyunu yanlış ve yalan haberlerle oyalayan Erdoğan bugüne kadar da Roboski halkından özür dilemedi. Gerçi Roboski halkı özür dilese bile özrün kabahatten büyük olduğunu da biliyordu. Avrupa medyası da sanki basit bir olaymış gibi bir kaç satırla Roboski'ye değindi.
Avrupa'da yaşayan biz siyasetçiler olayın ertesinde acil bir gözlemci heyeti kurarak bölgeye gittik. 30.Aralık 2011 günü eski Sol Parti milletvekilleri olarak 3 kişilik bir heyetle  Roboski'ye gittik. Onlarla dayanışmayı ve acılarını paylaşmayı bir insanı görev olarak bilmiştik. Aradan bir yıl geçti, Roboski halkının ve katledilen aile fertlerinin yaraları sarılmadı. Sadece BDP ve Kürt halkı bu konuyu gündemde tuttu.
Roboski halkına, olayı meclise götürecekleri sözünü veren Kılıçdaroğlu bu sözünde durmamış ve BDP Milletvekillerinin Roboski ile ilgili parlamentoya sundukları soru önergelerini bile desteklememişlerdir. Unutmayalım onların yaralarını ancak oradaki gerçek mücadele sarar. Bu bir yıl içinde bu tam anlamıyla ortaya çıktı.
Dün gün boyunca Roboskiyle ilgili haber ve görüntüleri izledim. Heyetimizin yaptığı gözlemleri tekrar bir film gibi gözlerimin önünden geçti. O günkü direnişte, tüm acılara rağmen katledilen 34 genç insanımızın aileleri nasıl ki dimdik ayaktaydılar bugün de aynı şekilde ayakta olduklarını gördüm.  Hatta daha güçlü bir şekilde taleplerini yinelediler, asla davalarından vazgeçmeyeceklerini haykırdılar. Erdoğan'ı yargılayabilecek tarihi bir direniş sergilediler.
Dünkü eyleminizde, bir yıl önce olduğu gibi duygularınızı tanık olmak ve haklı davanızın yanında olduğumu göstermek için sizinle çok olmak isterdim. Umudumuz haklı davanızın uluslararası arenalara taşınması ve katliamcıların, başta Erdoğan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde savaş suçlusu olarak yargılanmasıdır. Sizler bu davanızın arkasında oldukça, bu umudumuz büyüyecek ve suçlular bir gün yaptıkları katliamların hesabını vereceklerdir.
* NRW Eyaleti eski milletvekili ve Köln Sol Parti başkan yardımcısı

Strabourg’daki nöbeti bir grup genç devraldı


STRASBOURG - Avrupalıların Noel'den sonra yılbaşı hazırlıkları sürdürdükleri bugünlerde, Kürdistanlıların Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için Avrupa Konseyi önünde 25 Haziran'dan beri başlattıkları süresiz nöbet eylemi devam ediyor.
Nöbet eylemini Stuttgart'ta yaşayan bir grup Kürdistanlı genç devraldı. Eylemciler adına açıklama yapan Rojbin Amed, "Burada bulunmamızın sebebi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a uygulanan tecridin kaldırılması veya tutukluluk koşullarının düzeltilmesi değil, Önderliğimizin Özgürlüğüdür" dedi.
Amed'in açıklaması devamında Kürt gençlerinin direnişine dikkat çekerek şöyle dedi: "Bugün AKP eliyle sürdürülen kirli politikalarla, Kürtler kendi gerçekliği ve kimliğine aykırı hareket etmeye zorlanıyor. Ancak biz bir halk olmanın bilinciyle, kadın, genç, erkek ve yaşlı demeden onurlu bir direniş sergiledik. Bu direnişle varlığımızı yarınlara taşıma başarısını gösterdik. Bize, ne dağlarda, ne zindanlarda, ne köylerde  ne de metropollerde istedikleri gibi şekil verebildiler. Kürt gençleri olarak bu mücadelenin dinamik gücüyüz. Örgütlü gücümüz karşısında kirli çıkar ve politikalar tutmayacaktır."

Fransa 2012: Umutlar çabuk soldu


Bedran Deniz-ANF/ PARİS- 2012 yılına, yeni, halktan yana, sosyal adaleti sağlayacak sol bir iktidar heyecanıyla giren Fransa umutları çabuk solduran bir yıl geçirdi. Ekonomik durgunluk ve Euro krizi bir yana, işsizlik ve yoksulluk oranları artarken, ‘çalışanları işverenlere ezdirmeyecek bir hükümet’ hayal oldu neredeyse. Gelenin gideni aratmadığı bir yıl oldu Fransa’da 2012.
Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (Insee) verilerine göre, Fransa ekonomisi 2012 yılında pekte olumlu bir performans sergilemedi. 2011 yılında yüzde 1,7’lik büyüme ve 1 trilyon 996 milyar Euro’luk Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ile dünyanın 5’inci büyük ekonomisi olarak yerini koruyan Fransa’da 2012, ekonomik durgunluk, işsizlik ve yoksulluk artışı yılı oldu. Yıllık yüzde 0,3 olarak öngörülen büyüme hedefinin dahi tutturulamayacağı öngörülüyor.
Ocak 2012’de kamu derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s’un ülkenin kredi notunu 3A’dan aşağı çekmesinin ardından, Kasım ayında Moodys benzeri bir değerlendirmeye gitmişti. Bu da Fransa’da yabancı sermaye için çekim gücünü kaybetmesi anlamına geliyor. Eylül 2012 itibariyle ülkenin kamu borçları 14 milyarlık düşüşle, 1 trilyon 818 milyar Euro olsa da, bu GSYH’nin yüzde 89’una denk geliyor.
Öte yandan, son bir yılda ülkedeki işsizlerin sayısı 300 binlik bir artışla 3,1 milyonu geçti ve 2012 yılı sonu itibariyle yüzde 10,5 orana ulaşacak. Üstelik, bu rakamlar sadece A kategorisinde yer alan tüm gün işsizleri kapsıyor. Part time çalışanlar, 55 yaş üstü işsizler gibi diğer kategorilerin de eklenmesiyle, ülkede kısmen ya da tümüyle işsiz olanların sayısı Kasım 2012’de 5 milyon 240 bini aştı. Kasım 2011’de ise bu rakam 4,8 milyon idi.
SIRADIŞI SARKOZY GİTTİ, ‘NORMAL’ HOLLANDE GELDİ
Fransa’da 2012 yılının en önemli gelişmesi Mayıs ve Haziran aylarındaki cumhurbaşkanlığı ve ulusal meclis seçimleri sonucunda Nicolas Sarkozy’nin yerini Sosyalist Parti (PS) adayı François Hollande’a bırakmasıyla yaşanmıştı. 5 yıl boyunca özel yaşamından işveren kesimleri ile olan ‘aşırı derecedeki iyi dostluğuna’, Muhammer Kaddafi’den seçimler için mali yardım aldığı iddiasından göçmen karşıtı popülist politikalarına kadar bir çok konuda eleştirilen Sarkozy’nin yerine, ‘normal’ bir cumhurbaşkanı olmayı vaat eden Hollande seçildi. 
Seçimlerin ilk turunda aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN) adayı Marine Le Pen’in yüzde 18 oy oranına ulaşarak üçüncü sıraya yükselmesi, Fransa’da giderek artan yabancı karşıtlığını gösterirken, Hollande yüzde 51,6 gibi bir skorla seçilmeyi başarabilmişti. Oysa seçimden bir iki ay öncesine kadar yapılan anketler yüzde 55 hatta daha fazlası bir skor öngörüyordu Hollande için.
Fransa’da cumhurbaşkanının başbakana göre oldukça fazla yetkilere sahip olması, Ulusal Meclis seçimlerinde de PS ve diğer sol partilerin öne geçmesini sağladı. Sol partiler, Ulusal Meclis, Senato, belediyeler ile il ve bölge meclislerinde aynı anda çoğunluğu elde ederek, Fransa’da 1958 yılından bu yana bir ilki gerçekleştirdiler.
HEYECEN YERİNİ HAYAL KIRIKLIĞINA BIRAKIYOR
Ancak, 10 yıl aradan sonra tekrar sosyalist bir cumhurbaşkanı ve hükümete kavuşan Fransa’da geniş halk yığınları için pek de bir değişiklik olmayacağı aşikar oldu. Hollande’ın ve partisi PS’nin iktidara gelmesinin ardından en çok da çalışanlar, dar gelirli ve yoksullar tarafından yaşanan heyecan kısa sürdü. Dar gelirlileri ve orta sınıfı ezdirmeme vaadiyle iktidara gelen Hollande, ekonomiyi ve üretimi canlandırmak için daha çok işverenlere maddi yardım öngören bir programla ortaya çıktı. Örneğin, teşvik programları çerçevesinde işverenlere 20 milyar Euro’luk sigorta primi ve vergi indirimi öngörülürken, milyonlarca çalışan için ise sadece 10 milyar euro ayrıldı.
François Hollande, 600’ü aşkın çalışanını işten çıkarmayı planlayan ArcelorMittal adlı demir-çelik devinin ‘kamulaştırılması’ fikrinden de, şirketin bazı yatırımlar yapması ve çalışanları işten çıkarmaması kaydıyla caymıştı. Ancak aynı şirket, Kasım ayında yapılan anlaşmadan sadece 3 hafta sonra bir başka fabrikasında çalışan 50 çalışanı işten çıkarmıştı. Yalnızca bu örnek bile Hollande’ın ve partisinin ülke genelinde binlerce başka çalışanın ‘kriz’ bahanesiyle işten çıkarılma tehlikesine karşı ne kadar aciz olduğunu göstermişti. 
ÇALIŞAN YOKLUĞA MAHKUMKEN, DEPARDİEU VATAN SEÇME DERDİNDEYDİ
Hollande’ın merkez sol ve liberallere yakın adamı Jean-Marc Ayrault başbakanlığındaki hükümet, ülkedeki 2,6 milyon çalışanı ilgilendiren asgari ücret için ise Temmuz 2012’de yüzde 2, Ocak 2013’ten itibaren ise sadece yüzde 0,3 oranında bir zam yaptı. Oysa işçi sendikaları ve muhalefetteki sol partilerin beklentisi, halen bin 100 euro olan asgari ücrete ilk aşamada yüzde 20’lere varan bir zam yapılması idi. Sosyalist Parti, 2,8 milyon insanın yararlandığı en düşük sosyal yardımı (aylık kişi başına 475 euro) sadece yüzde 1,8 oranında arttırarak, ‘yoksul kesimleri ezdirmeme’ sözünü de çabuk unuttu.
Sosyalist hükümetin 2012’deki kayda değer icraatlarının başında ise, kabineye yüzde 50 kadın bakan kotası getirmesi, göçmen kökenli bakanları kabineye alması, bakan maaşlarını yüzde 30 civarında düşürmesi ile 1 milyon euroyu aşan yıllık gelirlerin yüzde 75 oranında vergilendirilmesi geliyordu.
2012’nin son çeyreğinde,belki de en çok konuşulan konularından biri de, ünlü sinema oyuncusu, Fransızların ‘Obelix’i Gerard Depardieu’nun yüzde 75’lik vergi kanununa muhalefet için  Fransız pasaportunu iade edip, Belçika’ya taşınması oldu. İki arada bir derede kalan hükümet bu sayede ‘vatanseverlik’ siyasetine soyunarak, Depardieu gibi ‘vergiden kaçacak’ daha birçok zengini kaçırtmamaya çalışıyor. Ancak, kabinedeki bir çok bakanın eski sağ-liberal ve ya muhafazakar bakanlara göre daha fazla servetlerinin olması ise, sosyalist hükümetin ‘halka yakınlığının ve vatanseverliğinin ne derecede olduğunun da kanıtıydı. 
İÇ VE DIŞ POLİTİKADA SAĞ-EMPERYALİST ÇİZGİDE DEVAM
İç politikada Sarkozy döneminin göçmen karşıtı, sertlik yanlısı güvenlik politikasını daha da sertleştirerek sürdüren İçişleri Bakanı Manuel Valls, sosyalist hükümetin seçimden sadece aylar sonra eleştirilerin hedefine oturmasını sağlayan isimlerden. Valls, Kasım ayında siyasal yasaklı Bask partisi Batasuna üyesi Aurore Martin’i tutuklatıp, İspanya’ya iade etmekte sakınca görmemişti. Kamuoyundan yoğun tepki alan bu olayla, Bask Davası kapsamında ilk kez bir Fransız vatandaşı İspanya’ya iade edilmiş oldu.
Sosyalist hükümet dış politikada da, Sarkozy döneminin angajmanlarına ve doğal olarak Fransa’nın devlet politikalarına aynen sadık kalınacağını gösterdi. Sarkozy’nin Libya İç Savaşı’ndaki rolü daha hafızalardayken, Hollande’ın Dış İşleri bakanı Laurent Fabius, Suriye krizinde Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye ile aynı çizgide bir yol izledi. Suriye’ye askeri müdahale seçeneğini de dışlamayan Hollande ve Fabius’un, silahlı İslamcı grupları finanse eden Katar ve Suudi Arabistan ile olan yakınlaşması bir çok kesimden tepki alıyor.
Afganistan konusunda da, Fransa’nın küresel çıkarlarından taviz vermeyen Cumhurbaşkanı Hollande, 31 Aralık itibariyle sadece operasyonel güç olan 2 bin askerin geri çekilmesini ve bin 400 kişilik bir gücün ise yerinde bırakılmasını..

Êzîdîlerden kadına şiddet ile mücadele kararı


CELLE - Kurdistan'a Azad- Ol û Nasname Azad şiarıyla 8. Olağanüstü Kongresi’ni gerçekleştiren Federasyona Komalên Êzîdiyan-Êzîdî Dernekleri Federasyonu (FKE), başlık parası, kadına karşı şiddetle mücadele, eşbaşkanlık sistemi ve yüzde 40 cins kotası gibi önemli kararlara ulaştı. Kongre Êzîdî Kürt köylerine yeniden dönüşün sağlanması yönünde çağrıda bulundu.
25-26 Aralık tarihleri arasında Almanya'’nın Celle kentinde gerçekleştirilen kongreye Avrupa’nın bir çok ülkesinde yaşayan Êzîdîler katıldı. 250 delege ve 100 misafirin katıldığı kongrenin açılış konuşmasını Kürt siyasetçi Sakine Cansız yaptı. Cansız konuşmasında Kürdistan’da olağanüstü bir devrim sürecinden geçtiklerini belirterek, 8. Olağanüstü FKE kongresinin bu sürece cevap olmasının önemine dikkat çekti.
Avrupa'’da yaşayan Êzîdî halkının sorunlarına da değinen Cansız, başta Êzîdî gençliğinin karşı karşıya kaldığı asimilasyon, kadınların maruz kaldığı şiddete karşı da kongrenin güçlü bir perspektif ortaya koyması gerektiğini belirtti. 2013’te Kürt halkının özgürlük mücadelesinin daha da yükseleceğini kaydeden Cansız, Êzîdî halkına da mücadeleyi yükseltme çağrısında bulundu. Fakir Kalo ve Peşimam Hasan da Êzîdî toplumunun temel güvencesinin toplumsal ve ulusal birlik olduğuna vurguda bulundular. Kongreye Türkiye'den katılan BDP Wan Milletvekili Nazmi Gür ise, Batı Kürdistan'’da yaşanan gelişmelere dikkat çekerek, Avrupa'’da yaşayan Êzîdî halkını da desteğe çağırdı.
KNK Yürütme Konseyi Üyesi Nilüfer Koç da, Êzîdî inancıyla bağdaşmayan kadına karşı şiddetle mücadele edilmesi için, Êzîdî ileri gelenlerine çağrı yaparak, FKE’'nin yeniden yapılandırılmasında kadın ve gençlerin katılımının önemli bir rol oynayacağını kaydetti. Kongreye ayrıca, Civaka İslami, Demokratik Alevi Federasyonu, Köln Kürt Enstitüsü, YEK-KOM, PYD, Şehit Aileleri Komitesi, Kürdistan Öğretmenler Birliği, KON-KURD, Kürt Êzîdî Sanatçılar Platformu, UTAMARA, Şengal, Ermenistan ve Batı Kürdistan Êzîdî kuruluşları adına mesaj sunuldu. Kongrede siyasal sürecin yanısıra federasyonun iki yıllık çalışmaları değerlendirildi. Yine eşbaşkanlık sistemi, yüzde 40 cins kotası, başlık parası ve kadına dönük şiddetle mücadele gibi konularda önemli kararlar alındı. Öte yandan kongre, Amed'de DTK öncülüğünde gerçekleşen 1. Êzîdî Konferansı ve alınan kararları da bağlayıcı olarak kabul ettiğini de duyurdu.
Alınan diğer önemli kararlar şunlar:
- Êzîdî kadınlara dönük UTAMARA tarzı bir kadın buluşma merkezinin açılması,
- Çarşema Sor festivalinin yapılması,
- Avrupa'’da yaşayan Êzîdî toplumunun yaşadığı sosyal ve toplumsal sorunlar gündemiyle Avrupa Êzîdî Konferansı’nın yapılması, bu konferans ile Êzîdî kimliğinin Avrupa'’da resmen tanınmasının hedeflenmesi,
- Êzîdî Kürt köylerine yeniden dönüşün sağlanması.

Almanya bakamadığı yaşlılarını ‘ihraç’ ediyor


BERLİN-Avrupa’nın ve dünyanın en yaşlı nüfusuna sahip Almanya, bakım masrafları giderek artan emeklilerini yurtdışındaki daha az kaliteli ama ucuz huzur evleri ve ya bakım merkezlerine ‘ihrac ediyor’. Yüzbinlerce emeklinin ekonomik sıkıntılar çektiği ülkede bakımı yapılamayan onbinlerce yaşlı Alman Doğu Avrupa ve Asya ülkelerine gönderiliyor.
İngiliz The Guardian gazetesi Alman uzmanlara dayandırdığı araştırmasında, binlerce emekli Alman’ın daha ucuz tedavi imkanlarından yararlanmak için ülkesini terk etmek zorunda kaldığını duyurdu. ‘Almanya: yaşlı ve hastalarını başka bakım evlerine ihrac ediyor’ başlıklı haberde, bakım masraflarının yüksekliği ve hizmet kalitesinin giderek azalması nedeniyle bir çok Alman, Doğu Avrupa ve Asya’daki huzur evleri ve ya bakım merkezlerinde kalıyor.
2011 yılı itibariyle Macaristan’da 7 bin 146, Çek Cumhuriyeti’nde 3 bin, ve Slovakya’da 600 kadar emekli Alman vatandaşı huzur evlerinde kalıyor. Uzmanlara göre, tam sayısı bilinmese de Yunanistan, İspanya, Tayland gibi ülkelerdeki huzur evleri de yaşlı Almanların zorunlu tercihleri arasında yer alıyor.
Almanya’daki huzur evlerinde bir kişinin aylık oda masrafının 2 bin 900 ila 3 bin 400 euro arasında olduğunu kaydeden uzmanlar, bu miktarın her yıl ortalama yüzde 5 oranında arttığına dikkat çekiyorlar. Araştırmada, ir dönemler Doğu Avrupa’dan getirilen yaşlı bakıcılar ile tedavi ve bakım masraflarının düşürülmeye çalışıldığı ancak bunun yeterli olmadığının da altı çiziliyor.
 VdK: "İNSANLIK DIŞI BİR DURUM"
Konuyla ilgili görüşü alınan Almanya Sosyal Birliği (VdK) adlı sosyo-politik danışma kuruluşuna göre, emekli Almanların maliyetler gerekçe gösterilerek, yurt dışındaki daha düşük kalitedeki huzur evlerine mahkum edilmelerinin ortaya çıkardığı tehlikeye işaret edildi. VdK Genel Başkanı Ulrike Masher, "Zamanında Almanya’yı inşa etmiş bu insanların sürgün edilmelerine kayıtsız kalamayız. Bu insanlık dışı bir durum" diyerek tepkisini gösterdi.
The Guardian, Macaristan, Tayland ve Yunanistan gibi ülkelerdeki huzur evlerinde kalan Almanlarla yaptıkları görüşmelere dayanarak, emeklilerin kendilerini ‘çaresiz kalmış’ hissettiklerini kaydetti.
Avrupa’nın ve dünyanın en fazla yaşlı nüfusunu barındıran Almanya’da resmi rakamlara göre, halen 400 bin kadar emekli huzur evi için ödemesi gereken payı ödeyemiyor.

Duisburg ve Giessen’de Roboski yürüyüşü


DUİSBURG / GİESSEN - Roboski katliamı Almanya’nın Duisburg ve Giessen şehirlerinde düzenlenen yürüyüşlerle protesto edildi.
Giessen’de 100’ün üzerinde kişinin katıldığı yürüyüş Schiffenberger caddesinde başladı. Maraş ve Roboski katliamında yaşamını yitirenlerin resimlerinin taşındığı yürüyüşte sık sık Türk devletini kınayan sloganlar atıldı.
Şehir merkezindeki Kirchplatz Meydanında bir mitinge dönüşen eylemde okunan bildiride Almanya’nın Türkiye’ye Kürtlere karşı kullandığı silahları sağlamaya devam ettiğine dikkat çekildi. Bildiride Kürt halkının tüm katliam ve baskılara karşı direneceği de vurgulandı.
Bir diğer eylem ise Duisburg’ta gerçekleşti. Yüzlerce Kürdistanlının katıldığı yürüyüşte Maraş ve Roboski katliamları protesto edildi. Türk devletinin kınandığı eyleme YEK-KOM,DIDF,ATIK,ADHF,ÖDA destek verdi.