29 Aralık 2012 Cumartesi

Fransa 2012: Umutlar çabuk soldu


Bedran Deniz-ANF/ PARİS- 2012 yılına, yeni, halktan yana, sosyal adaleti sağlayacak sol bir iktidar heyecanıyla giren Fransa umutları çabuk solduran bir yıl geçirdi. Ekonomik durgunluk ve Euro krizi bir yana, işsizlik ve yoksulluk oranları artarken, ‘çalışanları işverenlere ezdirmeyecek bir hükümet’ hayal oldu neredeyse. Gelenin gideni aratmadığı bir yıl oldu Fransa’da 2012.
Ulusal İstatistik ve Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (Insee) verilerine göre, Fransa ekonomisi 2012 yılında pekte olumlu bir performans sergilemedi. 2011 yılında yüzde 1,7’lik büyüme ve 1 trilyon 996 milyar Euro’luk Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ile dünyanın 5’inci büyük ekonomisi olarak yerini koruyan Fransa’da 2012, ekonomik durgunluk, işsizlik ve yoksulluk artışı yılı oldu. Yıllık yüzde 0,3 olarak öngörülen büyüme hedefinin dahi tutturulamayacağı öngörülüyor.
Ocak 2012’de kamu derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s’un ülkenin kredi notunu 3A’dan aşağı çekmesinin ardından, Kasım ayında Moodys benzeri bir değerlendirmeye gitmişti. Bu da Fransa’da yabancı sermaye için çekim gücünü kaybetmesi anlamına geliyor. Eylül 2012 itibariyle ülkenin kamu borçları 14 milyarlık düşüşle, 1 trilyon 818 milyar Euro olsa da, bu GSYH’nin yüzde 89’una denk geliyor.
Öte yandan, son bir yılda ülkedeki işsizlerin sayısı 300 binlik bir artışla 3,1 milyonu geçti ve 2012 yılı sonu itibariyle yüzde 10,5 orana ulaşacak. Üstelik, bu rakamlar sadece A kategorisinde yer alan tüm gün işsizleri kapsıyor. Part time çalışanlar, 55 yaş üstü işsizler gibi diğer kategorilerin de eklenmesiyle, ülkede kısmen ya da tümüyle işsiz olanların sayısı Kasım 2012’de 5 milyon 240 bini aştı. Kasım 2011’de ise bu rakam 4,8 milyon idi.
SIRADIŞI SARKOZY GİTTİ, ‘NORMAL’ HOLLANDE GELDİ
Fransa’da 2012 yılının en önemli gelişmesi Mayıs ve Haziran aylarındaki cumhurbaşkanlığı ve ulusal meclis seçimleri sonucunda Nicolas Sarkozy’nin yerini Sosyalist Parti (PS) adayı François Hollande’a bırakmasıyla yaşanmıştı. 5 yıl boyunca özel yaşamından işveren kesimleri ile olan ‘aşırı derecedeki iyi dostluğuna’, Muhammer Kaddafi’den seçimler için mali yardım aldığı iddiasından göçmen karşıtı popülist politikalarına kadar bir çok konuda eleştirilen Sarkozy’nin yerine, ‘normal’ bir cumhurbaşkanı olmayı vaat eden Hollande seçildi. 
Seçimlerin ilk turunda aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN) adayı Marine Le Pen’in yüzde 18 oy oranına ulaşarak üçüncü sıraya yükselmesi, Fransa’da giderek artan yabancı karşıtlığını gösterirken, Hollande yüzde 51,6 gibi bir skorla seçilmeyi başarabilmişti. Oysa seçimden bir iki ay öncesine kadar yapılan anketler yüzde 55 hatta daha fazlası bir skor öngörüyordu Hollande için.
Fransa’da cumhurbaşkanının başbakana göre oldukça fazla yetkilere sahip olması, Ulusal Meclis seçimlerinde de PS ve diğer sol partilerin öne geçmesini sağladı. Sol partiler, Ulusal Meclis, Senato, belediyeler ile il ve bölge meclislerinde aynı anda çoğunluğu elde ederek, Fransa’da 1958 yılından bu yana bir ilki gerçekleştirdiler.
HEYECEN YERİNİ HAYAL KIRIKLIĞINA BIRAKIYOR
Ancak, 10 yıl aradan sonra tekrar sosyalist bir cumhurbaşkanı ve hükümete kavuşan Fransa’da geniş halk yığınları için pek de bir değişiklik olmayacağı aşikar oldu. Hollande’ın ve partisi PS’nin iktidara gelmesinin ardından en çok da çalışanlar, dar gelirli ve yoksullar tarafından yaşanan heyecan kısa sürdü. Dar gelirlileri ve orta sınıfı ezdirmeme vaadiyle iktidara gelen Hollande, ekonomiyi ve üretimi canlandırmak için daha çok işverenlere maddi yardım öngören bir programla ortaya çıktı. Örneğin, teşvik programları çerçevesinde işverenlere 20 milyar Euro’luk sigorta primi ve vergi indirimi öngörülürken, milyonlarca çalışan için ise sadece 10 milyar euro ayrıldı.
François Hollande, 600’ü aşkın çalışanını işten çıkarmayı planlayan ArcelorMittal adlı demir-çelik devinin ‘kamulaştırılması’ fikrinden de, şirketin bazı yatırımlar yapması ve çalışanları işten çıkarmaması kaydıyla caymıştı. Ancak aynı şirket, Kasım ayında yapılan anlaşmadan sadece 3 hafta sonra bir başka fabrikasında çalışan 50 çalışanı işten çıkarmıştı. Yalnızca bu örnek bile Hollande’ın ve partisinin ülke genelinde binlerce başka çalışanın ‘kriz’ bahanesiyle işten çıkarılma tehlikesine karşı ne kadar aciz olduğunu göstermişti. 
ÇALIŞAN YOKLUĞA MAHKUMKEN, DEPARDİEU VATAN SEÇME DERDİNDEYDİ
Hollande’ın merkez sol ve liberallere yakın adamı Jean-Marc Ayrault başbakanlığındaki hükümet, ülkedeki 2,6 milyon çalışanı ilgilendiren asgari ücret için ise Temmuz 2012’de yüzde 2, Ocak 2013’ten itibaren ise sadece yüzde 0,3 oranında bir zam yaptı. Oysa işçi sendikaları ve muhalefetteki sol partilerin beklentisi, halen bin 100 euro olan asgari ücrete ilk aşamada yüzde 20’lere varan bir zam yapılması idi. Sosyalist Parti, 2,8 milyon insanın yararlandığı en düşük sosyal yardımı (aylık kişi başına 475 euro) sadece yüzde 1,8 oranında arttırarak, ‘yoksul kesimleri ezdirmeme’ sözünü de çabuk unuttu.
Sosyalist hükümetin 2012’deki kayda değer icraatlarının başında ise, kabineye yüzde 50 kadın bakan kotası getirmesi, göçmen kökenli bakanları kabineye alması, bakan maaşlarını yüzde 30 civarında düşürmesi ile 1 milyon euroyu aşan yıllık gelirlerin yüzde 75 oranında vergilendirilmesi geliyordu.
2012’nin son çeyreğinde,belki de en çok konuşulan konularından biri de, ünlü sinema oyuncusu, Fransızların ‘Obelix’i Gerard Depardieu’nun yüzde 75’lik vergi kanununa muhalefet için  Fransız pasaportunu iade edip, Belçika’ya taşınması oldu. İki arada bir derede kalan hükümet bu sayede ‘vatanseverlik’ siyasetine soyunarak, Depardieu gibi ‘vergiden kaçacak’ daha birçok zengini kaçırtmamaya çalışıyor. Ancak, kabinedeki bir çok bakanın eski sağ-liberal ve ya muhafazakar bakanlara göre daha fazla servetlerinin olması ise, sosyalist hükümetin ‘halka yakınlığının ve vatanseverliğinin ne derecede olduğunun da kanıtıydı. 
İÇ VE DIŞ POLİTİKADA SAĞ-EMPERYALİST ÇİZGİDE DEVAM
İç politikada Sarkozy döneminin göçmen karşıtı, sertlik yanlısı güvenlik politikasını daha da sertleştirerek sürdüren İçişleri Bakanı Manuel Valls, sosyalist hükümetin seçimden sadece aylar sonra eleştirilerin hedefine oturmasını sağlayan isimlerden. Valls, Kasım ayında siyasal yasaklı Bask partisi Batasuna üyesi Aurore Martin’i tutuklatıp, İspanya’ya iade etmekte sakınca görmemişti. Kamuoyundan yoğun tepki alan bu olayla, Bask Davası kapsamında ilk kez bir Fransız vatandaşı İspanya’ya iade edilmiş oldu.
Sosyalist hükümet dış politikada da, Sarkozy döneminin angajmanlarına ve doğal olarak Fransa’nın devlet politikalarına aynen sadık kalınacağını gösterdi. Sarkozy’nin Libya İç Savaşı’ndaki rolü daha hafızalardayken, Hollande’ın Dış İşleri bakanı Laurent Fabius, Suriye krizinde Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye ile aynı çizgide bir yol izledi. Suriye’ye askeri müdahale seçeneğini de dışlamayan Hollande ve Fabius’un, silahlı İslamcı grupları finanse eden Katar ve Suudi Arabistan ile olan yakınlaşması bir çok kesimden tepki alıyor.
Afganistan konusunda da, Fransa’nın küresel çıkarlarından taviz vermeyen Cumhurbaşkanı Hollande, 31 Aralık itibariyle sadece operasyonel güç olan 2 bin askerin geri çekilmesini ve bin 400 kişilik bir gücün ise yerinde bırakılmasını..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder