5 Ağustos 2012 Pazar

Ne Şam'ın şekeri ne Murat Belge'nin aydınlığı -Erdem Can


Yazılarında Kürt kaynaklarını takip etmediğini söylemekle birlikte zaman zaman bu konuda ”fikir” beyanından da geri duramaz Murat Belge. Hatta Kürt sorunu konusunda hiç bir kaynağa dayanmasa da bu konuda yurtdışında yapılan akademik toplantılara katılmaktan da imtina etmez. Belge'nin bu konudaki en doğru tutumu, ”Kürt kaynaklarını takip etmediğini” itirafıdır. Zira bu yüzden Belge'nin Kürtler hakkındaki bilgilerinin ”yarım yamalaklık” kadar da bir içeriği yoktur.
Aynı zamanda akademisyen de olan Belge'nin Taraf Gazetesi'nde ”Ortadoğu ve Kürtler” başlığı ile 5 Ağustos 2012 günü yayınlanan yazısı bilgi sahibi olmayan bir oryantalistin Ortadoğu ve Kürt meselesine bakışını tartışmaya mahal bırakmayacak sarihlikte ortaya koyması bakımından oldukça ”kıymetli”.
Belge'nin söz konusu yazısını sayfada yer aldığı biçimi ile bir daha okuyalım. (Tırnak içinde yer verdiğim Belge'nin yazısında var olan imla hataları yazının orijinalinden kaynaklanmaktadır.)
Yazısına şöyle başlıyor Belge:
”Ortadoğu, Ortadoğu’ya yakışır biçimde, iyice karıştı. Buranın genel siyasî geleneği ve kültürü, diktatörlükle mücadele edenlerin kendilerinin demokrasiden nasiplenmiş, demokratik değerleri sindirmiş olmalarını gerektirmiyor. Onun için, birkaç ülkede birkaç diktatörün devrilmesi bundan böyle o ülkede demokrasinin egemen olacağı anlamına gelmiyor. Bunun nasıl bir mekanizma olduğunu anlamak için öyle çok uzaklara bakmak da gerekmiyor. Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın geçirdiği değişime bakmak da yeterli.”
Bugün Batılı oryantalistler dahi kendi atalarının geçmişte Ortadoğu'yu kast ederek yaptığı bu tip coğrafi genellemelerden dolayı mahcubiyet yaşarken Belge, diktatörlüğün coğrafi bir nitelik olduğunu söylüyor. Hızını alamayıp demokrasi yoksunluğundan kaynaklı ”karışıklığın” Ortadoğu'ya yakışır bir durum olduğunu zikrediyor. Haçlı seferlerinden başlayarak Batılı diktatörlüklerin işgallerine maruz kalan bu coğrafyanın hala bu işgallerin izlerini silme mücadelesi verdiğinden bihaber adeta.
Devam ediyor Belge,
”Suriye’de olanlarında bu durumu bir yeni örnek olduğu anlaşılıyor. Muhaliflerin vahşeti, Esed hanedanının varoluş biçimini meşrulaştırmıyor elbette. Ama o hanedanın vahşeti de muhaliflerinin böyle davranmasını haklı kılmıyor. Bu büyük altüst oluşlar, silâhlı mücadelelere dayalı arbedeler kural olarak böyle, başka türlüsünü görmedik. İnsanların içindeki iyiliği çıkaran değil, en vahşi içgüdülerini harekete geçiren ortamlar.”
Belge, Ortadoğululara ”yakışan” ancak kendisini çok rahatsız eden diktatörlüklere karşı silahlı mücadele edenlerden de memnun değil. Herhangi bir mücadele yöntemi de önermiyor ama "insanların içindeki iyiliği çıkaran” ifadesi ile Polyannacı yaklaşımlara olan sempatisini de gizlemiyor. Belge, şiddet söylemi üzerinden diktatörün zulmüne karşı varlık mücadelesi veren mazlumla diktatörü eşitleyerek, ”tarafsız” oluyor.
Ayrıca, maruz kalınan hangi şiddet insanın içindeki ”iyiliği” açığa çıkarır ki.
Gelelim yurtdışında Kürt sorunu konusunda akademik toplantılara görüş beyan etmek üzere katılan Belge'nin Güneybatı Kürdistan'a (bu ifade bana ait zira Belge Kürdistan kelimesini zinhar kullanmıyor) ilişkin cehaletinin hayrete sebep satırlarına. Şöyle buyuruyor Belge:
”Benim asıl değinmek istediğim konu, Kürtler konusu. “Suriye” dendiğinde ilk akla gelecek konulardan biri Kürtler olmazdı Türkiye, İran ve Irak’a benzemezdi bu bakımdan. Ama şimdi öyle değil, 'Suriye' başlığı alında sıralanacak belli başlı konulardan biri oldu.”
Suriye diye bildiği coğrafyada Kürtler'in sorunları olduğunu yeni öğrenmiş. Belge az önce ”Esed hanedanı” olarak adlandırdığı Suriye rejimini Kürt politikaları nedeniyle neredeyse övecek. Belge'ye göre Suriye, Kürtler açısından Türkiye, İran ve Irak’a benzemezdi. Demek ki davulun sesi uzaktan hoş geliyordu. Suriye rejiminin kimlik dahi vermeyerek yok saydığı Kürtler'in nereden ortaya çıktığına şaşıyor. Suriye dendiğinde Belge'nin aklına ”Şam'ın şekeri” gelirdi oysa.
Şöyle devam ediyor:
”Bu, bölgenin geleceğine ışık tutan bir olgu. Bundan böyle, Ortadoğu’da nerede ve hangi biçimde sorun, kargaşalık çıksa, bunun bir yerinde Kürtler olacak ya da Kürtler’i bir biçimde ilgilendirecek. Bunun nedeni çok basit ve açık. Yalnız Ortadoğu’da değil, sanırım bütün dünyada, bir “ulusal devlet”e sahip olmayan en büyük, en kalabalık “ulusal topluluk”, Kürtler. Ayrıca, bu Kürtler, birkaç ulusal devletin topraklarında yaşıyorlar. Onlar bu toprakları kendi anayurtları olarak tanıyor, biliyor. Ama anayurtlarında bir başka “ulusal” egemenlik var. Sonuç olarak, güçlü bir Kürt milliyetçiliğini var etmek için gerekli bütün koşullar hazır.”
Böyle diyen Belge, ülkesi İran, Irak, Türkiye ve Suriye rejimleri tarafından işgal edilen Kürtlerin siyasal mücadelelerini de ”milliyetçilikle” sınırlı olduğunu söyleyebiliyor. Bu dört devletin egemen dilini yazısı ile yeniden üreten Belge, bir kez olsun Kürdistan kelimesini kullanmadığı gibi, ”Kürtlerin birkaç ulus devletin topraklarında” yaşadığını söylüyor. Belge yazısında bile Kürt ulusunu tırnak içinde zikrediyor ancak.
Ve Belge, Kürt sorununu ”keşfediyor...”
”Dolayısıyla Kürt “sorunu”, yokmuş gibi görmezden gelinecek, geçiştirilecek bir konu değil artık. Sözü ettiğim milliyetçi ideolojinin gelişmediği dönemlerde, topraklarında Kürt nüfus barındıran ülkeler, sınırlı politize Kürtler’i görece kolay biçimde etkisizleştirebiliyor, politizasyonun geniş kitleye sıçramasını önleyebiliyorlardı...”
Görüldüğü gibi Belge, Kürt sorununun görmezden gelinemeyeceğini sonunda fark ediyor. Oysa fark etmek için zamana ihtiyacı olduğu anlaşılan konu ise; Kürtlerin herhangi bir ulus devletin sınırları içinde ”barınmadığı”, o coğrafyanın Kürtlerin öz vatanı Kürdistan olduğu, o ulus devletlerin sınırlarının sonradan emperyalistler tarafından belirlendiği... Belge'nin baya bir zamana ihtiyacı var.
Yazısı boyunca Kürdistan'ı işgal eden devletlerin egemen dilini yeniden üreten Belge, asli  ”fikir” sıçramasını da yazısının sonunda yapıyor.
”Bu konu, varolan statüleri koruyarak çözülecek bir konu değil. Son derece çetrefil, çünkü olayla ilgili taraf çok, hattâ Kürtler’in kendi aralarında bile uyum yok ve bu tarafların birbirleriyle anlaşma ihtimalleri de bir hayli zayıf. Onun için şimdiye kadar, önemli değişimler dış dinamiklerin ağır bastığı konjonktürlerde ortaya çıktı: Irak savaşı doğrudan Kürtler’le ilgili bir olay değildi ama onun sonucunda özerk bölge kuruldu. Şimdi Suriye’de benzer bir süreç işliyor.
Burada, olayı böyle oldu-bittilere bırakmayan, ortak bir çözüm için ortak bir çabayı örgütleyebilen ve yürütebilen bir irade ya da “iradeler koalisyonu” gerekiyor.
Ama böyle bir şeyin olabileceğinden hiç umudum yok.”
Güney Kürdistan'ın yüz yılı aşkın mücadelesini bir çırpıda yok sayıp yaşananları Irak'ın işgaline indirgeyerek ”oldu bitti” demek hangi siyasal analize dayanıyor. Güneybatı Kürdistan'da benzer bir özerklik olasılığı Belge'yi tedirgin etmiş. Kürtlerin düşmanlarını özerklik ilanına karşı ortak tavır takınmaları konusunda uyarma ihtiyacı duyuyor.
Son olarak Kürdistan'ın dört parçasının Güneybatı Kürdistan'ın özerkliği konusuda ortaya koyduğu tavır birliği de Belge'nin en az otuz yıl sonra farkına varabileceği bir uyum örneği olarak ortada duruyor.
İşte siyasal körlükle, ileri görüşlülük arasındaki fark da burada kendini gösteriyor. Belge'nin bugün ”artık” görmezden gelinemeyeceğine kanaat getirdiği Kürt sorununda yıllar önce birileri örgütlü mücadeleyi başlatarak Belge'nin de gözünü açmasına vesile oldu.
erdemcan@riseup.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder