Maxime Azadi - Adına ana akım medya denilen iktidara bağımlı Türk medyası, kullandığı ırkçı ve ayrıştırıcı dil, yürüttüğü dezenformasyon ve manipülasyon kampanyası ile hem ruh sağlığına hem de insani duygulara zarar veriyor.
Fransız gazeteci Serge Halimi’nin “Düzenin Yeni Bekçi Köpekleri”, gazeteci Ragıp Duran’ın ise “doberman” tanımını yaptığı iktidar ve patronlara bağımlı bu medya, sosyal, kültürel, etnik ve dini sorunların çözümsüzlüğünde ne yazık ki önemli bir rol oynuyor.
Farklılıkların inkarı üzerine kurulan Türk devletinin nasıl ki ırkçı ve özgürlük düşmanı karakterinden kurtulması için baştan itibaren yeniden düzenlenmesi gerekiyorsa, medyası da aynı şekilde gerçek bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç duyuyor.
Her gelen iktidar karşısında medyanın ciddi bir direnç göstermeden teslim olması ortak bir zihniyetin tezahürü ve yapısal bir sorun olarak değerlendirilebilir. AKP iktidarı da 2002’de iktidar geldiğinde ilk olarak medyayı arkasına almıştı. Bu aynı zamanda, Türk medyasının manipülasyona ve bağımlılığa en açık taraflar arasında yer aldığını gösteriyor. Burada bir “teslimiyetten” çok, iktidar değişimiyle birlikte zaten devlete bağımlı olan medyanın “efendisinin” değişimden bahsedilebilir.
Baştan yanlış kurgulanan medya anlayışı ve kurumsal yapısı nedeniyle, iktidarlar ve semaye karşısında muhalif bir çizgi takip edilemiyor. Türkiye medya gerçekliğinde patronlar gazeteleri, iktidarlar da patronları yönetiyor ya da ikisinin çıkarları özgür düşünceye karşı birleşiyor.
Medyanın “milliyetçilik”, “vatanseverlik”, “terörizmi lanetleme” adı altında yaptığı yayınların, gerçekte ırkçılık ve Kürt düşmanlığından başka bir anlamı yok. Alenen yapılan yalan haberler, Kürtlere ve sol muhalefete yönelik linç kampanyaları, medyanın içinde bulunduğu iktidara bağımlılığının yanısıra, hastalıklı bir ruh yapısını da ortaya koyuyor.
Yanlış kurgulanmış bir devlet ile yanlış kurgulanmış bir medyanın, toplumsal sorunların barışçıl ve demokratik çözümü yönünde elbetteki rol almaları beklenemez. Sayısı sınırlı Türk aydınlarının tavrının, bu medyaya hak etmediği bir meşruyet kazandırmanın ötesinde ciddi bir değişime yol açmadığı görülüyor.
İktidarın en yakın destekçisi ve hatta sözcüsü haline gelen medyanın bu hali, aynı zamanda iktidarın içinde bulunduğu duruma da işaret ediyor. Bu bakımdan birbirlerine ayna tutuyorlar. Hükümet çıkmaza girince, medya afallıyor. Yöneticilerin ırkçı söylemleri medyada kampanyaya dönüşüyor. Yöneticiler şaşırınca, medya sersemliyor. Yöneticilerin akıldışı, hastalıklı davranışları, ırkçı söylem ve özgürlük düşmanı politikaları, sadece muhalif düşünceye karşı bir saldırı olmanın yanında polis, yargı ve medya yolu ile insan sağlığına da zarar veriyor.
Bu açıdan, başta Kürtler olmak üzere muhalif sesleri susturmanın bir silahı haline gelen egemen medya, kirli yayınlarıyla ruh sağlığı üzerinde son derece negatif bir etki yaratıyor.
Kısaca, nasıl ki özgürlük ve demokrasi düşmanı bir iktidardan, toplumsal barışı tesis eden gerçek anlamda reformlar yapması beklenemezse, böyle bir iktidara bağımlı bir medyadan da basın ahlak ve ilkelerine uygun bir yayın beklenemez. Nitekim sorunların barışçıl çözümünde ve iktidarlar üzerinde çözüm lehine baskı kurmakta rol oynaması gereken bu medya, iktidarın şiddet politikasına hizmet ederek içinde bulunduğu pozisyonu ele veriyor. Hastalıklı ve yapısal bozukluklar içeren zihniyetlerin toplum üzerinde pozitif bir etkide bulunmaları beklenemez.
İnsani duygulara karşı sürekli bir saldırı halinde olan bu medyaya maruz kalmamanın tek yolu, ondan uzak durmaktır. Medyanın mevcut hali göz önüne alındığında, okunması değil okunmaması çözüme daha çok hizmet edecek gibi görünüyor. Bu aynı zamanda toplumsal psikolojinin düzelmesi için de yararlı bir tedbir olacak. İktidara bağımlı medyaya bağımlılık ne kadar azalırsa, ruh sağlığı o kadar düzelir ve çözüme de o kadar yaklaşılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder